10 Ağustos 2013 Cumartesi

Trevanian - Şibumi

Öncelikle pek kitap okurken ayırım yapmadığımı belirtmek istiyorum. Özellikle önerilen bir kitap varsa, biraz incelerim; kötü ve iyi yanlarını anlayabilmek için. Sonrasında direk kitaba dalarım, daha sonra burada "Kitap okuma sanatı" ile ilgili bir yazı yazarak size bir kitabın nasıl okunması gerektiğini de anlatacağım. Kitabı okuyunca iyice kavranacak düzeyde okunması gerektiğine inanıyorum kısaca, yani kitabı okuduktan sonra kısa bir özetini yazabilecek kadar konuya ya da kitaba vakıf olmak gerektiği kanısındayım. Bunu yapabilecek düzeyde kitabı okumayan birisinin de herhangi bir kitabı eleştirmesine karşıyım.

Neyse konuya geri dönelim. Fark ettiğiniz ya da ettirmeye çalıştığım gibi bana Şibumi kitabı defalarda övüldü. Kitabın yanı sıra ana karakteri olan Nickolai Hel epeycesine övüldü. Bunun sonucunda direk kitapçıya girerek kitabı satın aldım ve okumaya koyuldum. Bu kitabın eleştirisini direk üstün körü yapmak istemiyorum çünkü belli ki çok seveni var. Kıyamıyorum bu kadar seveni olunca kitaplara... tamam tamam kıyabiliyorum ama okuyucunun naif ve saf sevgisine kıyamıyorum.

Eleştiri başlıklarını tane tane belirtiyorum ki takibi kolay olsun;
  1. Konusu,
  2. Karakterleri,
  3. Kurgusu ve atmosferi,
  4. Anlatım Tarzı,
  5. Sonuç

1- Konusu

Konu açısından ele aldığımızda, kitap aslında çoğu kişiyi tatmin edebilecek düzeyde. Hatta genel hatları ile beni baştan çıkarttı diyebilirim. Hükümetlerin bile bulaşmakta çekindiği bir anti-ajan kişi ve buna karşılık yine hükümetlerin bulaşmakta çekindiği bir hükümet üstü yapılaşma. Bu iki kişi/kurum arasında geçen kişisel duygular, arkaplanda kalmış gibi gösterilen savaş konuya daha bir bütünlük katmakta. Fakat, - ah bu fakatların gözü kör olsun - konudaki bütünlük, ana karakterin yaşamı ile birleşince gerçekten sıkıcı konuma gelebiliyor. Şimdi isterseniz o konuya girelim.

2- Karakterleri

Öncelikle ana karaktere değinelim. Bir tür deus ex machina olarak anlatılan Nicholai Alexandrovitch Hel var burada. Bu karakterin kendi gelişimini bize yazar delicesine veriyor ki neredeyse kitabın yarısından fazlasını bu karakteri tanımaya adıyoruz. Klasik roman kültüründen gelenlerin de anlayacağı gibi, bir kişinin geçmişi çok fazla detaylandırılıyorsa o kişinin deus ex olması ihtimali çok fazladır. Burada normalden fazla anlatılıyor, çocukluğundan gelişimine kadar bize anlatılan Hel'in yaşamı gerçekten beni bunalımlara soktu. Arkadaşın bluğ çağını detaylı şekilde anlattıktan sonra yaşlılık düzeyinde sadece mağaracılık kısmının anlatılması ve bunun bir otuz sayfa kadar detaylandırılması, kimse kusura bakmasın sayfaları atlamama sebep oldu ki bu bana bir şey de kaybettirmedi.

Mr. Diamond - yanlış yazmıyorsam - adlı karakter de fos karakterin önde gideni. Öncelikle bize belirtilen karakter kitabın ilk yarısında CIA ajanlarının bir taraflarına çomak sokacak düzeyde bilgili ve boş vaktini öldüremeyecek kadar meşgul iken, kitabın ikinci yarısında bu karakterin Hel ile görüşmesinde kendisinin kuyruğunu kıstırmış bir kedi gibi konuşmasına şahit oluyoruz.

Hana, sana sadece acıyabilirim canımın içi, sonun hiç hiyi olmadı.

3- Kurgusu ve atmosferi

Kurgu sizi asla içe tam olarak kabul etmeyecek kadar derin. Anlaşılan o ki yazar kitabı yazarken kendi kafasıda çok derin bir kurgu yaratmış olsa da buna ithafen okuyucuya bunu aktarımı maalesef gerçekçi olmamış. Yani doğu mistisizminin havasını alamıyorsunuz, ancak kitabın sonlarındaki bahçe ile biraz. Batının o iş bilen ama yüzeysel kültürünü tadamıyorsunuz o da ancak kitabın bir iki kısmında anılar ile süslöenince oluyor. Kurgunun maalesef yaratılanı ve aktarılanı arasındaki fark o kadar fazla ki bu konuda tam bir hayal kırıklığı diyebilirim. Belki de benim hayalgücüm tükenme aşamasındadır...

4- Anlatım tarzı

Anlatımın kişinin kendi bakış açısından değil de başkalarının bakış açısından ilerlemesi gayet güzel bir olgu, yani bir kişinin gözlerinden değil bir çok kişinin gözlerinden hikayeye bakabiliyorsunuz. Fakat bu geçişler o kadar hızlı, fazla oluyor ki bir yerden sonra olaya kimin gözünden baktığınızı karıştırıyorsunuz. Neyse ki karakterleri tanımak o kadar da uzun süren bir işlem olmuyor, bunun sayesinde o an hangi karakterin gözlerinden olaya baktığınızı az da olsa anlayabiliyorsunuz. Bu bence kitabın insanı çekememesini anlatım tarzı büyük ölçüde üstlenmeli.

Ayrıca anılara değinerek kitabın içerisindeki Hel'in duygusal gelişiminin anlatılması kısımları gerçekten sıkıcı. Daha heyecanlı olarak anlatılabilecek her nokta maşallah sayfalarda detaylandırılıp okuyucunu kendini kopardığı sayfalarla boğması ile sonuçlanıyor.

5- Sonuç

Umutlarınızı boşa çıkartmak istemem ama kelimenin tam anlamı ile abartılmış bir roman sizi beklemekte. Ana karakterin deus ex olarak tanımlanması ve buna rağmen bir iki kişiyi anlatılmayan detaylarla öldürmesi haricinde pek de polisiye aksiyon namına bir şey bulamayacaksınız. Ha ama yazarın yıllar öncesinden dünya düzenine attığı o güzel bakış ile tam bir ana resim aklınızda canlanabilir. Bence Nickolai'yi çöpe atıp dünya düzeni kısımlarını okursanız daha çok keyif alacaksınız kitaptan. 

Ayrıca bahsetmeden edemeyeceğim, böyle Go oyunu üzerinden uzak doğu'ya değinen fazla kitap bulamazsınız, genelde samuraylık falan vardır ama go oyununun mistisizmi burada güzel betimleniyor. Bir not olarak belirteyim, şibumi demişsin ama arkadaş bu olaydan çooook uzakta. 

Ktap okumak iyidir...


Devamını da okuyayım...