5 Ağustos 2012 Pazar

Tan Sade (1-3)

(Bölüm 3)
Üçüncü kata vardığında zaten en üst katta olduğunu yeni keşfetti, heyecanlanmamaya çalışsa da olmuyordu belli ki. Kapı hafif açılmış onun içeri girmesini bekler bir halde idi. İçeri girdiğinde, ayağına geçirilmesi ima edilmiş bir halde, ilk adımını atması gereken yerde duran terlikleri fark etti ve yavaşça ayağına geçirdi. Hemen evi hızlıca bir göz attı; tavanları normalden biraz yüksek, klasik bir Türk evi, duvarda manzara fotoğrafları ve yaşlı bir iki tane insanın portresi, salon olduğunu tahmin ettiği uzaktaki odanın kapı aralığından gördüğü yarım vitrin ve içinde bulunan ince işleme danteller. Bu tip bir yerde milyar dolarlık bir yazarı beklemezdiniz, kimse beklemez.

Tan’ın eserlerinden bir tanesini bu günlerde Franz Kafka ödülleri için aday göstermiş bile olabilirlerdi. Bu ev ise açık ve seçik olarak “ben normal bir insanım” diye bağırıyordu. Tan Sade normal bir insan olamazdı, o adam gerçekçilik akımına yeni bir soluk getirmişti, dünyada gençler onun gibi olmaya çalışıyor, yazarlar onu geçmek için daha iyi kitaplar çıkartmaya çalışıyor, okurlar ise bu zamana kadar zaten okumuş oldukları kitapları bir kez daha okuyorlardı.

          “Acıktın mı, sana yemek hazırladık” dedi bir kadın sesi Jack evi incelerken. Sağ tarafına döndüğünde mutfak olduğunu zannettiği bir odadan çıkan kadını gördü; hafif kızıl saçlı, gök mavisi gözlü, beyaz tenli, diri yapılı ve mükemmel kadın terimine biraz yakın olabilecek, Jack’den iki parmak uzun bir kadındı.
          “Ah şaşkın enikler gibi bakma bana” dedi ve güldü. “Ben Öyküm dedi kadın ve siz de Jack Waltz olmalısınız” Jack ismini söylemesinden kadının iyi derecede İngilizce bildiğini anlamıştı.
          “Ah evet, ben Jack Waltz, bay Tan Sade ile görüşmek için gelmiştim…”
          “Evet evet, kendisi içeride yemekle ilgilenmekte, şu çantanı bir kenara bırak ve salona geç istersen, kendini olabildiğince evinde gibi hissetmeye çalış. Birazdan sofrayı kurmaya geleceğim, umarım bir şeyler yememişsindir” dedi Öyküm, parmağıyla da Jack’in daha önceden salon olduğunu tahmin ettiği uzaktaki odayı göstererek.
          “Ah pek aç sayılmam ama…” Öyküm yine lafını kesip gülerek “sen sadece içeri geç ve kendini rahatlatmaya çalış” dedi Jack’e.

Jack neye uğradığını anlamamıştı, biraz daha zorlasa Öyküm’ün onu iyice azarlayacağından emindi. Garip bir etkisi vardı kadının, hafif anaç tarzda ama genç göstermekteydi. Acaba Tan’ın eşi mi oluyordu kendisi. Ah bu adam hakkında fazla bir şey bilmemeyi sevmiyordu, ön araştırma olmadan nereye kadar ileri gidebilirdim ki özel hayatında adamın.

Salon sandığı genişçe bir odaya girdi Jack, gözlerini odada hızlıca dolaştırdı; yemek için uzak duvarda camların önüne konulmuş bir masa, iç taraftaki duvarda dantelleri seçilen ve içerisinde kitaplar olan bir vitrin, vitrinin yanında LCD ekran bir TV – haber kanalı açıktı –, karşı duvarda ise çok geniş bir dörtlü koltuk bulunmaktaydı. Oda gayet normaldi, gözlerini sıra dışı bir şeyler görmek için tekrar dolaştırdı ama yine bir şey bulamadı. Fazlasıyla normaldi.

Sanki pes etmişçesine dörtlü koltuğun kapıya yakın olan tarafına oturdu ve çantasını dizinin dibine yerleştirdi, eline bir kağıt ile kalem alarak bu zamana kadar geçen gözlemleri ile ilgili notlar alamaya başladı. Fakat esas aklından geçen, Tan Sade deyince aklından bir daha gitmeyecek olan bu normallik manzarası için neden not tutma gereksinimi hissettiğiydi.

Güneş battıktan sonra dışarısı güvenli olmayan tek yer İstanbul!