2 Ağustos 2012 Perşembe

Tan Sade (1-2)

(Bölüm 2)
İstiklal caddesine çıkıp çeşit çeşit insanları geçtikten sonra taksim meydanına gelmişti, saatine baktı ve daha yirmi dakikası olduğunu gördü. AKM tarafına geçerken beş dakikası ve sonrasında içeceği bir sigara ile geri kalan 10 dakikayı heba edebilirdi, son kalan beş dakika ise, belki beş dakika erken gelirler diye yedekte kalıyordu. Tedbirliliğinin bir gün ölümüne yol açacağı gibi saçma bir fikri aklından savurarak yürümeye başladı.

Sigarasından son nefesi aldığında belki de karşısında son on dakikadır bekleyen taksiyi ilk defa fark ediyordu. Taksici de saatine bakıyor ve etrafta yabancı arıyordu. Jack eğilip adama, “Birisini mi arıyorsunuz?” diye sordu. Taksici onu ilk defa fark etmiş gibi baktı fakat hemen “Jek Valz sen misin?” diye sordu. “Jack Waltz, evet, benim”. “Beni neden bekletiyorsun be adam, seni almam söylendi, yarım saattir seni bekliyorum” dedi taksici sinirle. “Tamamdır” dedi Jack, bu ülkenin taksicilerindeki anlamsız gerginlik ve siniri trafiğe bağlıyor ve bunu olağan bir şey olarak görüyordu.

Jack taksiye bindiğinde taksici hızla akan trafiğe karıştı, Taksim’in alt kısımlarındaki yollardan ilerlediler, halici geçip Avrupa tarafında içeriye doğru gittiler. Aklından Tan’ın ofisine gittikleri fikri geçiyordu ama on beş dakika sonra ofislerin olamayacağı varoş bir mahalleye gelmişlerdi. Şoför aynadan onu garipçe süzüyor, muhtemelen diyalog açmak istiyor ama adam beni anlamayacak korkusu ile susuyordu. Jack çok güzel Türkçe konuşabilirdi hatta bir Türk kadar iyi ve akıcı olabilirdi, ah sadece konuşma açmaya yetecek kadar cesaretleri olsaydı. Eski sevgilisi sayesinde birçok kez Türkiye’ye gelmiş, bu ülkenin çoğu tarafını gezmişti. Arada sırada yazdığı dergilerde bu ülkenin konuları bulunmaktaydı, daha çok ailesel yapılar ve ekonomik gelişmeler olsa da yine de bu ülkede bulunmayı seviyordu.

Mahallelerden ara sokaklara geçmişlerdi, her yerde insanlar vardı, klasik İstanbul vardı burada. Cam silmeye çalışan çocuklar, yolların arasında kalan bölgede piknik yapan insanlar, spor kıyafetleri ve garip saç şekilleri ile gençler. Belki de Tan bu yüzden burada olmayı seviyordu, kitaplarından milyon dolarlar kazanan, kitaplarından çevrilen filmlerle milyar dolarları bulan serveti ile insan burada kalmaz, Bahamalara Maldivlere kaçardı – en azından o kaçardı.

Taksi dar, tek yön ve sokakta çocukların oynadığı bir yere girdi ve üç katlı beyaz, arada kalmış eski püskü bir evin önünde durdu. Jack taksimetreye bakıp cebinden para çıkaracaktı, taksimetrenin açık olmadığını ilk o zaman fark etmişti. Aynı anda taksici “ödeme yapmana gerek yok genç, üçüncü katın ziline basarsan seni içeri alacaklar” dedi. Jack kafası ile onaylama işareti yaparak taksiden indi ve kapısını kapattı. Teşekkürler manasında elini taksiciye kaldırdı ve taksici sokakta oynayan çocukları kaçırtmak için kornasına basarak oradan uzaklaştı.

Jack artık heyecanlanmıştı, bu zamana kadar gizlediği tüm heyecanı artık fark edilebilir bir şekilde üst üste binmişti. Apartmana yürüdü ve üç numaralı zile baktı, üstünde tanımadığı bir isim yazılıydı ki bu ismi daha sonra araştırmak için not etti – eh polisçilik oynamayı kim sevmezdi. Zile bastığında kapı biraz sonra açılmıştı, içeri girdiğinde halıfleks kaplı basamakları gördü, bunu daha önceden biliyordu. Ayakkabılarını çıkardı ve sağ taraftaki ayakkabılığa yerleştirdi. Merdiven dar yapılmıştı, ah buraya yukarıya taşımak için nasıl bir yatak sığdırabilirdiniz ki diye düşündü içinden.

Bulut güzeldir, güneşe tapma buluta tap!