28 Ağustos 2012 Salı

Olamayan Hayatlar - Vazgeçenler - 2

Dilara'nın Kararı

Normalde olduğundan daha az kalabalık olan, kenarlarında yüksek ağaçlar bulunan sokaklar. Bulutların verdiği loş ışık ve her an yağacak hissi. Yüksek binalar ve o binaların içerisinde bulunan kafe tarzı mekânlar. Dilara böyle bir insandı, kendisini düşünürken bile aklına bu gelmekteydi. Ayazı olan bulutlu bir Ankara sabahı doğmuş olmasının bunda bir etkisi olduğunu düşünürdü hep. Bir birine yakın olmayan ama tek düze pencereleri olan büyük binaların arasında büyümüştü, masaları bu boş pencerelerin kenarında diğer boş pencerelere bakan kafelerde bulmuştu kendini. İlk aşkını burada tanımıştı, uzun saçlı ve zayıf bir delikanlıydı, rock müzik dinler sakarya caddesi taraflarına içerlerdi. Ayrılmıştı ondan yıllar önce, daha başkaları da olmuştu. Kimi ona ulaşabilmiş ama kendisini bulamamış, kimi kendisini bulmuş ama ona ulaşamamıştı. Kahvesinden bir yudum aldı.

Belki de türünün son örneklerinden olan aynı tür bir kafede, arka planda sakin sayılabilecek müzik (Black - Wonderful Life) ile pencere kenarı pencere gözetleyen masadaydı. Birazdan Başak gelecekti, son kalan halen hatır soran ve nazını çeken arkadaşı. Uzun, kafasının dibinden düz ve sonra dalgalanan siyah saçları iki yanaklarını örtmekte, hafif makyaj yapılmış yüzünde bal rengi gözlerini ve kırmızı ruj sürülmüş dolgun dudaklarını ön plana çıkartmaktaydı. Gözleri hafif çekik olduğu için, hafif makyajı ona gizemli bir bakış sunuyordu.

Hayatına bir düzen vermesi gerektiğini söylemişti annesi buraya gelmeden önce, oturup dertleşmişlerdi kadın kadına – nadiren yaptıkları bir şey. Her zaman kendisine mesafeli davranan bu kadın, arada bir tüm duvarları yıkıp kendisi ile her şeyi konuşuyordu. Böylesi işine de geliyordu Dilara’nın, sonuçta o duvarlar yıkıldığında tüm aklındakileri, yaptıklarını söyleyebiliyor ve güzel nasihatler alabiliyordu. Fakat duvarlar, evde sıcak yemeği ve huzurlu yatağını bekleyen sabırsız bir ustabaşının çalışması ile kısa sürede tekrar örülüyordu. Yine böyle bir an yaşanmıştı evde. Dilara okulunu bitirdiği, işini bulduğu için kendisini amaçsız hissediyordu ve açıldı annesine, annesi de memur emeklisi kocası ile artık yaşlandıklarını belirtip artık Dilara’nın çocuklarını sevmek istediklerini belirtmişti. Dilara severdi çocukları, fakat yirmi beş yıllık hayatında değil baba olma sorumluluğunu kaldırabilecek, evlenip sonsuza kadar yaşayabileceği bir erkek arkadaşı dahi olmamıştı. Bu zamana kadar olanlar sadece belirli bir noktaya kadar tahammül gösterilebilenlerdi. Daha ilerisi onun için hep karanlık bir yol olarak kalmıştı.

Hak veriyordu ailesine, onlar kendi açılarından yapabilecekleri son şeylerden bir tanesini istiyor, Dilara’nın hazır yapabilecekken çocuklarına bakmak istiyorlardı. Daha fazla başıboş gezerse, bu imkanları da olmayacak artık tamamen kendilerini küçük bahçeli evlerine adayacaklardı. Dilara’nın üzüldüğü bu değildi, annesi konuşmanın sonuna doğru isterse onu arkadaşlarının iyi tahsil görmüş çocuklarından bir tanesi ile evlendirebileceğini belirtmişti.

Doksanlı yılların Ankara’sı gibiydi Dilara; dışarıdan gelen insanlara karşı düzenli, saygılı fakat kendi içerisinde isyankâr, idealist. Bunu kendine yediremezdi, kabul etmek boyun eğmek sayılırdı. Hayatta ailesinin desteğini bile bir yere kadar kabul etmiş ve sonrasında özgür seçimler yapmak için bundan vaz geçmişti. Bu kadar uğraştıktan sonra onların kontrolü ele geçirmesine izin veremezdi. Fakat onların istediklerini yapabilirdi. Bir aile kurmak ve çocuk yetiştirmek arzu edilmeyecek bir şey değildi. Bunu yapması için düzgün bir adam bulması gerekiyordu, aynı amaçlarla aynı şeyi isteyen âşık olduğu birisini.

Aşk; ah bu belirgin duyguyu çokça yaşamıştı geçen yıllar boyunca. Fedakârlık, saygı ve sevgi hepsini ayrı ayrı ve bir arada denemişti başka başka insanlarla. Sonuç hep hüsran hep hayal kırıklığı olmuştu. Hiç birisi değil koca olmaya, yanında gezdirilmeye bile layık olamayacak seviyelere düşmüşlerdi. Dilara, yeni birilerini bulmada sıkıntı çekmeyecek kadar güzel ama onların isteklerini yerine getiremeyecek kadar gururlu bir insandı. Onca yıl sonra tekrar düzgün bir insanı aramak ise, eh zordu. Bunun için ayıracak ne gücü ne de vakti vardı, artık iş hayatına girmiş kendi kendine yetebilen bir insandı.

Aklında farklı bir seçenek bulunuyordu, aynı amaçlar için daha uzun süreli, canını yakmayacak cinsten bir birliktelik. Amacı olan, ama her iki insanın da belirgin konularda özgür olabildikleri bir birliktelik, kimine göre mükemmel olan birliktelik. Aklına bir anda Başak’ın nerede kaldığı fikri geldi. Saatine baktı, “Bu zamanlara gelmiş olması gerekti…” dedi. Cümlesinin sonrasında gelen umursamazlık ve tekrar düşüncelere dalma hissi ile bakışlarını pencerelere ve altında tepe dalları gözüken ağaçlara kayırdı.

Başak, sırma sarı saçları ve uzun boyu ile arzu edilesi bir kızdı. Fakat Dilara için, Başak demek sırdaş demekti. Belki de günümüz dünyasında kaybolmaya yüz tutmuş olan ahiretlik mevkiine erişilebilmiş nadir arkadaşlarındandı. Ona açılmak ve danışmak istiyordu aklındakileri, planın genel hatlarını anlatıp fikir alacaktı. Yol belliydi, amaç belliydi belki de tek ihtiyacı biraz destekti ki Başak bu konuda ona yardımcı olacaktı ya da onu eşek sudan gelinceye kadar azarlayacaktı. Sonuçta her iki seçenekte kendisi için güzel sonuçlar olacağına inanmaktaydı ki mekânın içerisinde zaten sakin olan havayı arsızca yararcasına gelen, topuklu ayakkabıların tahtaya vurma seslerini işitti.

Kafasını istemsizce çevirdiğinde uzun, dalgalı, kıskanılacak düzeyde mükemmel sarı saçları olan, uzun boylu, ince vücutlu kızı gördü. Kız bir hışımla masaya oturarak, çantasını yanda duran boş sandalyeye bıraktı ve direk Dilara’nın hafiften şaşkın ve yersiz boş ifadelerle dolu olan gözlerine baktı. “Geç kalmadım, değil mi?” dedi hızlıca.

Kalmadın, sonuçta ikinci kahvemi bitirmiştim. Bir iki tane daha içebileceğime inanıyorum” dedi Dilara, yüzünde hafif bir gülümseme ve direk gözlerine bakan Başak’a inatla onun gözlerine bakarak.

Başak geriye doğru yaslanarak çantasından cep telefonunu, popüler marka ince paket sigarasını çıkartarak; “Tam da vaktinde gelmişim o zaman, ben de tam kahve içme havasındayım” dedi. Bu sırada masaya yeni bir müşteri geldiğini gören, zaten olması gerektiğinden de boş kafenin çalışanı çocuk masaya olan yolun yarısını geçmişti bile. Çocuğa bakarak, “İki orta şeker Türk kahvesi” dedi ve çocuk yarı yolu geri giderek siparişleri hazırlamaya gitti.

Anlat bakalım, ne var aklında. Buluşma mesajında garip bir ima olduğunu seziyorum, yine kafanı bir şeylerle mi bozdun yoksa?” dedi Başak.

O kadar mı belli ediyordu be” dedi Dilara ve Başak karşılığın da başını evet manasında salladı.

Dilara gözlerini son iki yudumu kalmış kahvesine çevirerek hafif düşünceli şekilde baktı ve Gözlerini Başak’a çevirerek, “Ben evlenmeye karar verdim Başak” dedi sakince. Bu sırada sigarasını körüklemek için ilk nefesini alan Başak ani bir öksürük patlattı. Dilara, Başak kendini toplamadan devam etti; “Bu sefer ciddiyim, iyice düşündüm bu konuyu, hatta düşünmekten beynime ağrılar girmeye başladı. Artık ne bizimkilerle uğraşmak ne de düzgün erkeğin gelmesini beklemekle uğraşmak istiyorum. Bir yerlerden başlamam gerektiğine karar verdim.

Başak kendini toplamış ve gök mavisi gözlerini kısmıştı, Dilara’nın ciddi olup olmadığını anlamak için düşünüyordu. Dilara cümlesini bitirdikten sonra kararını vermişçesine “Sen ciddisin, bunu görüyorum” dedi olabildiğince sakince. Sigarasından bir nefes aldı ve karşısında ani bir tepki bekleyen Dilara’ya sert gözlerle baktıktan sonra “Kiminle evleneceğini seçtin mi peki ya da nasıl bir evlilik geçirmek istediğini? Seni bu tip konulara balıklama atlamayacağını ve evlilik fikrinin sana uymadığını bilecek kadar uzun süredir tanıyorum, bunu unutma derim” dedi.

Aklımda bir isim yok ama düşündüğüm planda öncelikli olarak bir isme de gerek yok, önce planın doğru olup olmadığından emin olmam gerek” dedi Dilara, yanıt olarak Başak’tan gelen bir iç geçirme ile karşılaştı. “Bu konuda senin fikrini ve güvenini istiyorum” dedi hemen.

Sonrasında adayların üzerinden geçeceğiz” diye ekledi Başak, yüzünde sonunda keyif aldığını belli eden ince bir gülümseme ile.

Evet” dedi Dilara, garson çocuğun yeni hazırlanmış sıcak Türk kahvelerini masaya düzgünce koyması için geri yaslanırken. Çocuk önce Dilara’nın, sonrasında Başak’ın kahvelerini koydu ve bu süreç boyunca iki kız yüzlerinde küçük bir gülümseme ile gözlerinin içine baktılar.

Kahve iyidir, içiniz!